Çarşamba, Kasım 26

Burnumuzun dibinde ‘Yeni Hayat Dalı’

Oluşturulma tarihi: 26 Kasım 2025 14:50

Biyologlar her gün “yeni bir yaşam dalı” keşfedmiyor ama bu sefer tam da böyle oldu: Bilim adamlarının yıllardır laboratuvarda gözlemledikleri örneklerde Solarion arienae adı verilen tek hücreli bir canlı, burunlarının dibinde saklanıyordu.

2011 yılında Hırvatistan kıyılarından alınan deniz örneklerinin asıl amacı deniz siliatlarını incelemekti. Araştırma ekibi bu siliat kültürünü laboratuvarda yıllardır canlı tutuyor. Ta ki bir gün o büyük jig’ler aniden ölünceye kadar… O anda kültürün dibinde, güneş şeklinde yeni bir minik canlının gezindiği fark edildi: Solarion aryenae.

Çek Cumhuriyeti’ndeki Charles Üniversitesi’nden Protistorians Ivan Čepička ve Marek Valt, bu organizmanın şimdiye kadar yalnızca dolaylı olarak tahmin edilen hücresel evrimin çok eski bir dönemine doğrudan bir pencere sağladığını söylüyor.

LABORATUVARDA KAZARA KEŞİF

Solarion’un hücreleri o kadar küçük ve aktif değil ki, ekip yıllardır aynı kültürü gözlemlemesine rağmen onları tespit edemedi. Ancak büyük kahramanlar ölünce sahne bu yeni oyuncuya kaldı.

Araştırmacılar kültürü yeniden başlatıp bu “güneş şeklindeki” hücreyi detaylı bir şekilde incelemeye başladıklarında beklenmedik bir görüntüyle karşılaştılar.

Solarion tek hücreli bir ökaryottur; Yani bizim hücrelerimiz gibi zarla çevrili bir çekirdeğe ve DNA’ya sahiptir. Bizim gibi o da hücrenin enerji santrali olan mitokondri ile donatılmıştır. Ancak işlerin ilginçleştiği nokta burası: Genetik analiz, Solarion’un şimdiye kadar bilinen ana ökaryot soylarından hiçbirine ait olmadığını gösterdi.

Kısacası bildiğimiz “hayat ağacı”nda ona ayrılmış bir dal yoktu; Tamamen yeni bir şube açmak gerekiyordu.

YENİ BİR KRALLIK

Bu nedenle bilim adamları tamamen yeni bir filum tanımlamak zorunda kaldılar. Solarion, Meteora sporadica adı verilen başka bir sıra dışı protistle birlikte Caelestes adı verilen yeni filuma yerleştirildi.

Caelestes, Provora ve Hemimastigophora ile birlikte daha önce resmi olarak tanımlanmamış yepyeni bir “yüksek krallık” (süper grup) olan Dysparia’da sınıflandırılmıştır.

Yani bu tek hücreli organizma sadece “yeni bir tür” değil; Hayat ağacında ders kitaplarında yer alacak kalınlıkta yeni bir dal açtı.

İlginçtir ki, dünya çapında toplanan deniz çökelti örneklerinden elde edilen DNA verileri tarandığında, Solarion’a ait neredeyse hiçbir iz bulunamamıştır. Bu, onun küresel olarak dağıtılan ancak her yerde son derece nadir görülen bir “hayalet yaratık” olabileceğini düşündürmektedir.

HÜCRE İÇİNDEKİ FOSİL

Keşfin en şaşırtıcı kısmı Solarion’un mitokondrisinden geliyor.

Bugünkü bilgilerimize göre mitokondriler bir zamanlar yaşayan bakterilerdi. Çok eski bir dönemde başka bir hücreye girip onunla kalıcı bir ilişki kurmuşlardı. Zamanla o kadar kaynaştılar ki, bugün mitokondriyi ayrı bir organizma olarak düşünmek imkânsız hale geldi. Ancak içlerinde bu eski yaşamın izlerini taşıyan küçük bir DNA parçası hâlâ duruyor.

Çoğu hayvan, bitki ve mantar hücresinde mitokondriyal DNA oldukça basitleştirilmiştir. Bir zamanlar bağımsız yaşayan bakteriler tarafından kullanılan genlerin çoğu tamamen kaybolmuş veya hücre çekirdeğine taşınmıştır.

Bu nedenle Solarion’un mitokondrisinde bulunan secA isimli gen bilim adamlarını heyecanlandırıyor. SecA, bağımsız yaşayan bakterilerin proteinleri zarları boyunca taşımak için kullandığı eski bir moleküler makinenin parçasıdır. Modern mitokondride bu sistemin yalnızca belli belirsiz izleri kalmıştır.

Solarion mitokondrileri hala DNA’larında secA genini içeriyor. Bu da geçmişte atalarının bakterilere çok daha fazla benzediğini gösteriyor. Araştırmacıların deyimiyle Solarion, “mitokondrinin tamamen evcilleştirilmediği günümüze kadar bir ara aşamayı koruyan” yaşayan bir fosil gibidir.

natürmort hikayesi

Solarion’un keşfi aynı zamanda mitokondrinin kökenini açıklayan ünlü endosembiyoz teorisine de güçlü bir destek sağlıyor. Bu teoriye göre, bir zamanlar bağımsız olan bir bakteri başka bir hücreye girerek onunla ömür boyu sürecek bir ortaklık kurmuştur; İkisi daha sonra tek bir organizma olarak gelişti.

SecA geninin mitokondri içerisinde korunmuş olması, bu hikayeye doğrudan kanıt sağlayan çok nadir örneklerden biri olarak görülüyor. Bilim adamları bunu yaparak, erken dönem karmaşık hücrelerin nasıl çalıştığını, simbiyotik hücrelerin genleri birbirlerine nasıl aktardığını ve zaman içinde mevcut durumumuza nasıl dönüştüklerini daha net görebilmeyi umuyorlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir